Pazartesi, Ocak 28, 2013

YOLUN SONUNDA



--
İhsan DURAK
Öğretmen (E)
http://ihsan.durakailesi.com

YOLUN SONUNDA

..."Yolları oldukça uzunmuş, yokuş yukarı gidiyorlarmış, güneş yakıcıymış, ter içinde kalmışlar, susamışlar.

Bir dönemecin ardında harika bir mermer kapı görmüşler kapı, ortasında bir çeşme bulunan altın döşeli bir meydana açılıyormuş, çeşmeden berrak bir su akıyormuş.

Yolcu kapıdaki bekçiye dönmüş.

'İyi günler.'

'İyi günler,' diye yanıt vermiş bekçi.

'Burası harika bir yer, adı ne?'

'Burası cennet.'

'Ne iyi, cennete gelmişiz, çünkü çok susadık.'

'İceri girip dilediğiniz kadar su içebilirsiniz', demiş bekçi ve eliyle çeşmeyi göstermiş.

'Atımla köpeğim de susadılar.'

'Kusura bakmayın,' demiş bekçi.

'Buraya hayvanlar giremez.'

Yolcu çok üzülmüş, çok susamışmış, ama suyu tek başına içmek istemiyormuş. Bekçiye teşekkür edip yoluna devam etmiş. Epeyce bir süre yamaç yukarı gittikten sonra eski görünümlü küçük bir kapıya varmışlar, kapı iki yani ağaçlıklı toprak bir yola açılıyormuş. Ağaçlardan birinin altında, şapkasını alnına indirmiş, uyur gibi yatan bir adam varmış.

'İyi günler,' demiş yolcu

Adam başını sallamış.

'Atım, köpeğim ve ben çok susadık.'

'Şurada taşların arasında bir pınar var,' diyen adam eliyle orayı işaret etmiş. İstediğiniz kadar su içebilirsiniz.'

Yolcu, atı ve köpeği pınara gidip susuzluklarını gidermişler.

Yolcu, bekçiye teşekkür etmiş.

'İstediğiniz zaman yine gelebilirsiniz,' demiş bekçi.

'Buranın adı ne?'

'Cennet.'

'Cennet mi? Ama mermer kapıdaki bekçi bana orasının cennet olduğunu söyledi.'

'Orası cennet değil cehennemdi.'

Yolcunun aklı karışmış,

 'Sizin adinizi kullanmalarına niye izin veriyorsunuz?

Yanlış bilgi vermeleri büyük karışıklığa neden olur!'

'Hiç de değil.

Aslında onlar bize büyük bir iyilikte bulunuyorlar.

En iyi dostlarına sırt çevirenler orada kalıyor çünkü.” Paulo Coelho'nun, ''Şeytan ve Genç Kadın'' adlı romanından hoş bir bölüm.

        Yaşamın erdemlerinden nasibini alanlara sözümüz yok. “ANLAYANA, SİVRİ SİNEK SAZ, ANLAMAYANLARA, DAVUL ZURNA AZ.” *İ DURAK İ*.

ŞALVARIN UÇKURU

“Arapçada “ seravel”den gelmektedir pantolon demektir. Osmanlı erkeklerinin geleneksel kıyafetidir. 7 pileli Yavuz Selim şalvarı ünlüdür . İran veya Orta Asya Türklerinden geldiği de düşünülür . Vücudu belli etmemesi rahat olması ve dine uygun olmasından dolayı Türkiye de Tarikat şeyhleri, müritleri ve Anadolu’nun değişik bölgesinde hala giyilir .”

Türkülere konu olmuştur. Şalvar dikildiği kumaşa göre isimlenir. İpekli şalvar, pamuklu şalvar, jarse şalvar, Renklerine göre; Mavi şalvar, pembe şalvar, siyah şalvar, mor şalvar gibi isimler alır. Sırmalı şalvar, simli şalvar, küpür şalvar.

 Kadın ve erkek giysisi olarak günümüzde giyildiği bir gerçektir. Moda dünyasının yaratıcılığında insanların beğenisine sunulur.

Kime yakışıp yakışmadığı bir araştırma konusudur. Beden özelliklerimizin örtülmesi açısından özgür bir giysidir. Çarşıda pazarda, tarlada bayırda, evde barkta insanı esen yelden, uçan tozdan koruduğu bir gerçektir.

Giysinin kaynağı neresi olursa olsun, insanlar tarafından sevilerek ve beğenilerek giyilmesi güzel bir seçim olur. Dokumacılıkta teknolojik  gelişmeler, boya, apre, ev desinatörlerin çizgileriyle görselliği artırılak gelmiş kumaşlarla gençlerin ilgisini çekerek giysi dünyasında kendine yeni yer bulduğunu görüyoruz.

Şalvarı belde tutan uçkurudur. Halkımız insanları değerlendirirken, ahlakına not verirken uçkur üzerinden değerlendirir. Uçkurun altı ayrı bir değer, üstü ayrı bir değerdir. Uçkuruna sahip olanla, olmayanı bir tutmaz. Uçkuruna gevşek insanlara güvenilmez.

Halkın beğenisini kazanan şalvar, türkülerinde, halk hikayelerinde, masallarında kullanılan bir ürün olmuştur.

“Bağlamam var üç telli imanım / Borcum var beş yüz elli /Gitti de Yörük kızı gelmedi imanım / Kocaya da varmış besbelli…
Amanın imanım şalvar malvarlım
Yörük kızın Allah'ına yalvaralım…”

***

“Gölbaşı'na vardım gülleri çoktur
Güzeller geliyor sevdiğim yoktur
Şalvarlı gelin yallah
Fistanlı gelin yallah
Öldürdün beni…”

Şalvar kavramı üzerine bu kadar söyleşiden sonra; şalvarın içindekilerden değil dışındakileri analım. Ayağımıza şalvar giyebilmenin şartı; ülke olarak, toplum olarak özgür ve bağımsızlık gerektirir. Millet olarak özgürlük ve bağımsızlık nedir? Kendi ülkenin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakların egemen olmak, onları korumak, verimli olarak kullanmak, halkın hizmetine sunmak iktidarların görevidir.

Son haftalarda yaşanan siyasi, ekonomik olayların, özelleştirmelerin mantığına bakıldığında; halkın yararı mı? HAKK’ın yararı mı? sultanın yararı mı düşünüldü? Düşünmek gerekir. *İ DURAK İ*nin

KOCA EBEsinden

“TESLİM ETTİNSE ŞALVARIN UÇKURUNU

SENİN DEĞİLDİR ARTIK İÇİNDEKİLERİN!..”

HERKESİN ŞAPKASI

HERKESE UYMAZ

        “Al takke, ver külah” sözünü duymuşsunuzdur. Sözüm külah pazarlamacılarına. Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını sana giydirirler. Farkında bile olmazsın. “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur.” Bunlara siyaset cambazları adı da verilir. Tüm siyasi iktidarlara yalaklık yaparlar.

        Dünya arenasında, ülkeler coğrafyasının her noktasında muhabbet tellallığı, felaket çığırtkanlığı, saman altından su salıp üstünde gezinmelerle maharetlilerdir

        Yerinde toplum mühendisi, tüccar, holding, tüm yer altı, yer üstü hesapların dört işleminde, aykırı düzlemlerde sanal tablolar çizmek onlar için çok basit iştir.

        Gökyüzünde uçan halı, yeryüzünde esen kasırga, yeraltında soğuyan magmadırlar.  Depremler, savaşlar ve uzun süren barışlar onların eseridirler.

        Bizler bunları fark edecek bilgi, belge, erdem, kariyer, gösteriş, saygınlık, efendiliklere sahip olamayız. Bu saydığımız Uluhiyetler onlara hastır. Şapkaları bizim şapkalara, takkeleri bizim takkelere, sarıkları bizim sarıklara, baş giysileri; benim güneş siperlikli serpuşa benzemez.

        Pazardan mezara; “el çabukluğu marifet, kırk kulplu kazan, tut birini sende kazan, çalış seninde olur, camide en ön saflarda dur, karda yürü izini, belli etme, gündüz külahlı, gece silahlı ol… ilke ve öğütleriyle demlenirler.  Bu hal ve durumla hem hal olup, kendilerinin dünyaya kazık çakacaklarına inançları kavidir. İbadet ve itikatta babalarına bile güvenmezler.

         Hal böyle olunca; onları ortalarda göremezsiniz. Pirinç içinde taşa,  aş içindeki acı gibi olup, gözlerinden insanlık için bir damla yaş akmaz. Haksızlığa uğrayanlar, zarar edenler, siftah yapmadan dükkanı kapatanlar, zarar üstüne zarar yaparlar onlardır. Günlük kazançlarından değil, asıl sermaye küçüldüğü için, ah!!.. vah!.. içindedirler.

        Kalınlaşan enseleriyle, bir baş olma hesabı ve kavgası verirler. Kaybolan ticari siyasi itibarlarını kaybetmemek için, o, bu bankanın kredileriyle kendilerine bir başka hava verirler. Yaptıkları hovardalıkları bedelini ödemeye gelince o banka senin bu banka benim kapı, kapı dolaşarak “ al takke ver külah”la külah değiştirmece yaptıkça piyasadan silinip giderler.

         Dünyada ne kadar insan varsa o kadar farklı külah vardır. Herkesin kafatasının çapı herkese uymaz. Başkasının şapkasını, bir başkasına giydirmeye kalkarsan, giyende, giydirende hoşnut olmaz. Ben fötr, sevmen, kepçe külah giymem. Güneş siperlikli sekiz köşe serpuş tam bana göre. Bu külahla köylüsün, olamazsın beyefendi. Silindir külah asaletini bozar. Şapka içinde saçlar yağlanır, tarayınca buzağı yalama olur. Her gün saçını yıkayınca, kafayı üşütürsün.

        Bırak * İ DURAK İ *, herkes kafasına göre şapka giysin. Sana ne elin ayar gibi kafasından. İster yakışsın, yakışmasın, herkes layık olduğu gibi bir şapka giysin.  Asr, al takke ver külah asrı. Giyenede, giydirene de helal olsun

        Vatandaş “dersini almış ediyor ezber, Yolcuyu yolundan eyleyen dilberler” meydanlara hazırlanırken kim kime şapka giydirecek yaşayıp göreceğiz.

 

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home