TERCİHLERİMİZ
Demokrasinin nimetleri, demokrasiye inanmayanları cinnet getirttirir. Sebebini sormak isterseniz, bende bilmiyorum. Bilmeye, bilmeye kendimce bir konu açılım yapayım. Nasıl olsa ülkemizde yaşadığımız, izlediğimiz sahnelerin oyuncularının, kaynaklarını cümle alem biliyor. Biliyorlar da; bilmemezlikten, gömemezlikten, duymamazlıktan gelmek; herkesin işine geliyor.
Laf başı gelince, hemen demokrasinin ipine sarılırlar. uygulamaya gelince, demokrasi, memokrasi hak getire. Demokrasiyi herkes anlıyor da;
MEMOKRASİ NEDİR?
Memokrasiyi anlamak zordur. Bizim dilimizde böyle bir sözcük yok. Benim yakıştırmam. Anlamına gelince; Çıkarı için,anasının memesini bile kesenlerin kurduğu bir ülke yönetim biçimi. Onlar için; din, iman, hak, hukuk, adalet, eş, dostta kimmiş?
Bu açılımdan sonra, bende biraz saçmalayayım. İnsanları mutlu kılmak çok zor bir zanattır. Dünyada ne kadar insan varsa o kadar da farklı düşünce, ilgi, istek ve arzular vardır. Bu durumu saygı ve hürmetle karşılamanın serpilip geliştiği ülkelerde DEMOKRASİ de SERPİLİP GELİŞİR. Hoşgörü temelinde bir yaşamın kökleşmesine hizmet eder tüm inançlar.
Gel gör ki benim halim nicedir? Ben çok bencil, ukala, çıkarcı, paspal yaratılışta bir varlığım. İnsanlarımızın, devletimizin, tüm dünya insanlığının zenginliklerine karşı nankörlük yapıyorum.
Beni tanıyan, tanır, bilen bilir. Kendinize çok haksızlık ediyorsunuz diyebilirsiniz. Bu konuda siz haklısınız. Ama bende haklıyım, o da haklı, ötekilerde haklı, berikilerde haklı. DEMOKRASİNİN ERDEMİ burada. Herkesin hakkını herkese vermek. Herkes, sözcüğünü Anayasalardan çıkaran bir ülkede Demokrasi Mefta ölmuş, salası okunmaktadır derler adama.
Tercihlerimiz, kaderimizi; ülkenin yarınlarını doğru tercihler belirler. Bu bağlamda;
“Berberin solumazı, tellağın terlemezi, kahvecinin söylemezi” makbuldür.
TAKILDIM, GİDİYORUM
Takıntılarımızla sürükleniriz zaman vadisinde. Irmaklar taşır yürek kalkıntılarımızı ummana. Vadinin yamaçlarında esen esintilerdir başımızdan alıp götürür aşkı sevdayı. Çakıl taşları gibiyiz hepimiz. Koptuğumuz kaya parçalarından uzak düşeriz, sürüklenmelerle özümüzden. Yürek çarpıntılarımız dinginleşir zamanla şarlaklardan uçarken.
Farkında olmayız,acı, tatlı,sıkıntı, öfke ve daralmışlıklarımızın bizden kopardığından. Hayaller süsler gecelerimizi, gerçekler doldurur güneşli, bulutlu yağmur ve boranlı günlerimizi. Bir sevda almıştır yüreğimizi göğsümüzden. Farkında olmamışızdır, takılıp gittiğimiz hüsnü kuruntularımızın, bizi köle ettiğinden.
Gel zaman, git zaman; burnumuz çarpıca kapı mandalına, uyanırız derin gaflet ve dalaletlerimizden. Ders almayız, yaşanmışlıklarımızdan. Kanat takarız, düşlerimize, sözlerimize. Bağlarız, kendi kendimizi, takıntılarımızın zincirleriyle.
Benim şapka takıntım var. Şapkamı giymesem, kendimi çıplak hissediyorum. Kıravat takıntım var. Kravat boynumda iken, boğuluyorum. Araba takıntım var, 1969 model Anadol benim kariyerime uymuyor. Ayaküstü fes foot takıntım var. Neden ünlü lokantalarda yiyemiyorum?
Siz beni kafaya takmayınız. Ben aşağılık rezilin biriyim. Ne dostlarımızın, ne sevdiklerimin, ne bana sunulan maddi ve manevi değerlerin anlam ve önemini biliyorum? Benim yazdıklarım bir şarkının kırık bir güftesinin anlamsız nağmeleridir. Siz, siz olun kendinizin kadrini ve kıymetini bilin.
Sevdalarınız, aşklarınız, özlemleriniz, hayalleriniz, ve tüm gerçekleriniz sizinle olsun. İnsan insanın tahtını yapar. Ancak bahtını yapamaz. Tahtınızda, bahtınızda kendi eseriniz olsun. Kendinize, insanca yaşamanın hakkını vermeye çalışınız.
Yalan olanlar yönetir hayallerimizi. Yalan olanlar doldurur kasalarımızı. Yalan olanlar sarar tüm bedenimizi. Kendimizin de bir yalan olduğuna takıldığımızda, zindan etmeyelim dünyayı kendimize.
Şair Cemal Süreyya’dan;
“ HAYAT ÇOK KISA…
KUŞLAR UÇAR…”
Tüm şiir, bu kadar. Siz ne anlarsanız anlayınız.
ŞERİF’E,
ŞERİFE ŞART OLDU.
“Anadolu’muz menkıbelerle yankılanır. Dağ ses verir. Dağın sesini, dağın sesi sanırız. Dağın sesi mi olur ki? Dağın sesi olmaz, görüntüsü olur. Dağın görüntüsü, akıl örüntümüzü karıştıracak sese sahip değildir. Cansız varlıkların yığıntısıdır. Özü taş ve toprak, süsü bağrında biten bitkisidir. Uğultusu bitkilerin gürültüsüdür.
Dağda nara atan, kendi sesine karşılık alır. Dağda kendi sesinin kendine yansımasını dağın sesi sanır. Bu vatanın her dağın, tepenin, yükseltinin kendine özgü oluşumu vardır. Bü yükseltilerin zirvelerinde nice yiğitler, erenler, yarenler, evliyalar, eşkıyalar, barınmış, kimi, dağlara yollar açmış, dağdan dağa köprüler kurmuş, kimi dağları delmiş insanlara hayat vermiş.
Dağları aşanlar evliya, eren, dağların zirvelerini aşamayıp can verenler; şehit, dede, veli, eren, yatır olup kendilerini sonsuzluğa terk etmişlerdir.
Kimi açıkgözler, şeytaniler, işin rahmani yanını bırakıp cüzdani tarafıyla berhüdar olup, şan ve şöhrete gark olmuşlardır.
BENDE Kİ DE ANASIYDI
“Söylentiyle yol alalım. Anadolu’muzun bir yöresinde, ünlü bir yatır vardır. Yatır çevresini mülk edinen bir han sahibi zamanla yatıra ve hana gelip gidenler azalır. Han sahibi, yardımcı gençle helallaşarak, ona ahırda bulunan sıpayı hediye ederek vedalaşırlar.
Genç, yollar ve dağlar aşar, aç bitap düşerler bir tepenin başında. Sıpa oracıkta can verir. Genç, can yoldaşı sıpaya oracıkta bir mezara gömer başlar ağlamaya…
Oracıkta bir dinlenme yeri, sonra, bir han ve sonraları çevreden ünü artar. Hacet dileyenler, himmet dikleyenlerin uğrağı olur. Genç zenginleşir.
Hana uğrayan bir yaşlı bu zenginliğin sırrını sorar. Genç, yaşlıya, olup biteni anlatır.
Ortalıkta kimse kalmayınca; gencin kulağına eğilerek sus
kimse duymasın. Benim hanın yanında yatan Yatırda yatan, Bu sıpanın anasıydı…”M.Başaran’dan.Özetlendi.
YAĞMA HASAN BÖREĞİ VATAN
Yok edilen, yağmalanan, satılan, çalınan doğa zenginliklerimizin bir listesi:“Karadeniz’de; 30 yayla, 40 koy, 300 dere...Ege’de; 6 koy, 2 kuş cenneti, 120 dere, 7 göl...Akdeniz’de; 200 dere, 15 orman, 8 cennet koy, 40 SİT alanı...Anadolu’da; 20 antik bölge, 12 göl, 140 SİT alanı...”BASINdan. Temiz Enerji adına, Rüzgar santralları kurulan, rüzgarlı tepelerin, Altın aramaları için, delik deşik edilen dağlarımızın paylaşımına ne diyor sunuz?
Artık; Bedava sağlık, bedava, ekmek, bedava toprak, bedava su, bedava hava ve bedava ibadet için bedava abdest bile yapamadığınızda köprü çayın öte yakasında kalacaktır.
Tüm “ŞEHR’ÜL EMİNLER” KENDİLERİNİ KASABALARIN ŞERİFLERİ İLAN ETTİKLERİNDE;
ŞERİF’E, ŞERİFE ŞART OLUR. HERŞEY ELDEN GİTTİKTEN SONRA. *İ DURAK İ* İŞTE OZAMAN YANDIN.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home