“SULTANIIIIIIIIIIIIIM!...”
Toplumsal yönetimler şekillenirken; yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı biçimlendirilirken, zaman içinde olumsuzluklar yaşanabilir. Türk toplumunun kurduğu devletlerin yapısına bakıldığında; HANLIK, HAKANLIK, ŞAHLIK, BEYLİK, SULTANLIK… BİÇİMİNDE YUKARIDAN AŞAĞI ÖRGÜTLENİLDİĞİ görülür.
Aşağıdan yukarı örgütlenmeler( sivil toplum, sanat, ticaret… cemiyetler, odalar vb.) yukarıdakilerin isteğine göre düzenlenir. Osmanlı Devleti’nin örgütlenmesinden söz edersek; konumuz, siyasi ve ekonomik örgütlenmeler. “DEVLET-İ ALİYE”Yİ” YAŞATAN VE BESLEYEN; MEMALİK-İ OSMANİYE’DE yaşayanlar; PADİŞAHIN VE SULTANLARININ KULUDUR. Kişisel mülkiyet hakkı SULTANLARA. Bütün topraklar; Padişahın ve sultanlarınındır.
BÜYÜK SELÇUKLU VE ANADOLU SELÇUKLU DEVLETLERİNDEKİ DEVLET DÜZENİ FARKLIDIR. BEYLİK DÜZENİ ESASTIR.
Kurulmuş ve dağılmış; geçmiş Türk Devletleri savaş kaybederek yıkılmadılar. Böl- parçala- yönet politikalarına yenik düşürüldüler.
BEYLİK DÜZENDE ADALETİ EŞİTSİZLİĞİ, HAKSIZLIĞI YOK ETMEK İÇİN; SELÇUK BEY, ÇAĞRI VE TUĞRUL BEYLER… HALKINA; Hiçbir Türk Devletinde bulunmayan BİR HAK VERMİŞTİR.
Bu HAKKA; “TALAN HAKKI”DIR.
Beyler, şunu iyi bilirlerdi ki; HAKSIZ KAZANÇ, ADALETSİZ UYGULAMALAR, YERSİZ VERGİLER,… KARŞISINDA; HALK, BEYLERİN TÜM MALLARINA EL KOYMA HAKKINI İSYAN EDEREK, BAŞ KALDIRARAK KULLANIR. BEY’İN, BEYLİĞİ TARMAN TURMAN OLDUĞUNU TARİH KİTAPLARI YAZAR.
Devletimizin; Kuruluş, Kurtuluş koşullarını anlamakta zorlananların, zorlanmalarını anlamak mümkün. Anlamak istemeyenler, anlamaya bilir. Türkiye Cumhuriyeti devleti; 7 DÜVELE MEYDAN OKUYARAK bu günlere kadar gerekli aşamaları yaşayarak son 90 yılın, 60 yılını yaşayan biri olarak konuşma hakkımı kullanıyor ve yazıyorum.
Bu topraklarda yeşeren düşüncelerin kökeninde; Hoca Ahmet Yesevi’nin… Hacı Bektaşı Velilerin, Pir sultan’ın, Ahi Evren Veli’nin, Mevlana’nın, Emir Sultan’ın, Veysel Karani’nin, Şeyh Edebali’nın VASİYETlLERİ VARDIR.
“İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞASIN.”
UZAKLARDAN YAKINLARA GELELİM.
Yaşayanlar OLARAK;, yaşananlara, bu ülke insanlarına yaşatılanlara bir bakalım. Uzaklara gitmeyelim. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Kars, Diyarbakır’a gitmeye gerek yok.
İki insan karşılaştığında; İlk soru, selamdan önce: NERELİSİN? ORUÇ MUSUN? NE İŞ YAPASIN?..... bir sürü estek köstek sorular. Kimlik sorgulama, ve etnik, dini ayrımcılık batağındayız. Farkında mısınız?
Konu başlığım “ MUHTEŞEM SÜLEYMAN” dizisinden geldi. Sultana olumu, olumsuz olayları iletmek için kullanılan dilin insana etkilerini tanımlamak için aldım, insanımız övülmeyi yüceltilmeyi sever. Damarlarımızda ki asil kanda ki bozuk tarafımızdır.YÜCELTİLDİKÇE, GEVŞEYEN, BOZULLAN, KOKUŞAN BİR YANIMIZ VARDIR İNSAN OLARAK. Devlet erkanında kazandığımız sıfatlar gelip geçicidir. Ama biz bu sıfatlarla yaşamayı çok severiz. Hoşmuza gider koltuklarımız kabarır. Ben ney mişim ya Hu’uuu? diyerek böbürleniriz. Bir takım hokkabazlar, madrabazlar, düzenbazlar bu dili kullanmasını çok iyi bilirler. Her siyasi dönemde Ankara, İstanbul bunlarla dolup taşar.
Nabza göre şerbet vermeleriyle, şişindikçe şişinirler. Çıkarları bitince seni tanımazlar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin altını oymak isteyenler, çalkantılı siyasi dönemlerde çıkarlarını korumak için; kılıktan kılığa, partiden partiye, dinden dine, girerek; Vatan, Millet, DİN, İman, Sakarya edebiyatıyla malı götürürler.
Yoksulluğun, yolsuzluğun, ahlaksızlığın; dini, imanı olmaz ki.
İstanbul’u, Ankara’yı, bilumum su başlarını tutanların dili bu dildir. Önce dilinizi, sonra elbisenizi, sonra davranışınızı, sonrada cebinizi değiştirebilirsiniz.
ŞEMSİYEYE İNAT
İnsanı insanlaştıran en güzel davranışlarından biridir direnmek, karşı durmak, bende varım diyebilmektir. Var olmanın en büyük şartlarından biridir direngenlik, sıkı durmak, hazır olmak, olandan farklı düşünmek. Seni koruyanlara, destek olanlara, önünü açanlara, sizi hedef gösterenlere, sizi yok sayan zihniyetlere varlığını fark ettirtmektir yaşamak.
Yaşamı zenginleştiren yaratılarımız, farkındalıklarımız; organizmaların en gelişmişi olmamızın göstergesidir. Bahar mevsimi kendi direngenliğini gösterirken, mevsimleri mevsim, zamanı zaman, günü gün, geceyi gece yapan, varlığı varlık, yokluğu yok, güzelliği güzel yapan tüm değerler üstüne düşünmek ve yaşamaktır asıl olan.
İnkarlarımız, aşağılamalarımız, burun kıvırmalarımız, meydan okumalarımız, hayda hopta gezmelerimiz bir yana, yaşam için, insaniçin insanlık için bir birimizi coşturmaktır,ileriye, gerçeğe, geleceğe koşturmaktır tüm hayallerimizin kaynağı.
Hayali olmayanın gerçeği de yoktur.Bilgi sahibi olmayanın-düşüncesi, düşüncesi olmayanın fikride yoktur. Herkese sorarsan herkesin bir fikri vardır. Oda kendi aklı kadar. Herkesin kendi aklı kendine yeter. Ancak kendine yetmeyen aklıyla memleketi yönetmeye kalkarsan,” taşıma suyla değirmen dönmez.”
Kutsal kitabımız; insanın en büyük zayıflığının, kendine sunulan nimetlere karşı, hizmetlere, olanaklara, kutlu ve zengin bir ülkenin tüm sunumlarına karşı NANKÖR olduğunu ifade eder. Doyumsuzluğumuz uyumsuzluğumuz üstüne hiçbir varlık bizimle baş edemez. Şeytanın avukatlığını yapmayı pek güzel beceririz.
Bu satırlara kadar yazdıklarım, gözlemlerim ve izlenimlerimin bir ifadesidir. İnsanın yarattığı güzelliklere, insanlığımızın karşılaştığı yıkımları göz ardı etmeden yaratılara, olgu ve eylemlere bakmak daha anlamlı olur.
Bir şarkının temasından esinlendim.
Uykum geldi ama uyumayacağım. Kitabımı açtım ama okumayacağım. Bilgisayarımı açtım ama tuşlara basmayacağım. Arabama bineceğim ama sürmeyeceğim. Sevgilim bana işma ediyor, göz ediyor, görmeyeceğim. Sofrayı kurdum; bir kuş süstü eksik, içmeyeceğim. Gömleğimi ütüledim ama giymeyeceğim. Dostum davet etti, gitmeyeceğim. Size söz verdim, hep güzellikleri yazacağım dedim ama; yazmayacağım…
Dışarıda yağmur yağıyor. Sokağa çıkacağım. Şemsiyeye inat; şemsiyeyi açmayacağım.
İşte böyle sevgili dostlar;
“yeryüzü, gökyüzüne inat./ Siyah, beyaza inat./ Yalan, gerçeğe inat./Deniz, karaya inat. Cehalet, bilgiye inat. /Gündüz, geceye inat./ Tavan, tabana inat. / Yoksul, zengine inat./ Adem , Hava’ya inat./ Korku, sevgiye inat./ Aydınlık, karanlığa inat.”
İNAT BU YA; BENDE SİZLERİ SEVMEYE, ÖVMEYE İNAT
Aşık Veysel o zaman demiş;
“GÜZELLİĞİN ONPAR ETMEZ, ŞU BENDEKİ AŞK OLMAZSA.
EYLENECEK YER BULAMAN, GÖNLÜMDEKİ KÖŞK OLMAZSA…” Söylemişte ne güzel söylemiş. Ağzına diline , gönlüne sağlık. Sağlık esenlik içinde olunuz. Bu bahar gününde.
ŞEYTANIN MI?
İNSANIN MI?
BU GÜNAH
Yaratılmışların en üstünü insandır. Yaradan, insanı en mükemmel yaratmış. Yaratılmışların en yücesi insan; yenik düşmüş, içinde ki vesvese ve ikiliklere.
Kendi aklımızı kullanmadan yaptığımız kusurları, birilerine yıkma konusunda çok ustayızdır. Yolda ayağımıza bir taş dokunsa, hemen birilerine yükleriz, kendi suçumuzu.
Hay! Kör olası şeytan yine yaptı yapacağını. Bu ancak, şeytanın başarabileceği iş. Şeytan, şeytan olalı böyle şeytanlık görmemiştir. Dünyada ne kadar güzel, anlamlı, insana yarar işler varsa; bunları akıllı, bilime inan, aklı rehber edinen sağlıklı insanlar başarmışlardır.
Dünyada ne kadar kötü, berbat, insanlık, bilim, akıl dışı davranış ve olaylar varsa; akılını pazarda unutan, hemen satışa gelen akılsız kalan insanların işidir.
“Bütün enayiliklerimizin, dangalaklıklarımızın, ipe sapa gelmez işlerimizin suçlusu şeytan değil mi? Her haltı yiyeceğiz, her taşın altına girip gerekli gereksiz çıkacağız, sonra da her şeyi şeytandan bileceğiz.
“Şeytanın gözü kör olsun?
Acaba şeytanın mı gözü kör olsun, yoksa onu görmeyenlerin mi?
Başımıza gelen her şeyin sorumlusu şeytandır!!!
Hele siyasetçiler...
Şeytanın külahını ters giydiren siyasetçiler, başlarına bir halt geldi mi, dövünüp dururlar:
“Şeytanın gözü çıksın, gözü kör olsun!”
Şimdi sözü toplayalım:
Tüm dünyadaki şeytanlar kongre kararı almışlar. Bu insanlar kendi başaramadıkları her şeyin suçunu bize yüklüyorlar. Bırakalım kendi kendilerine karışmayalım hiçbir işlerine diyerek, hem fikir olmuşlar. Kongre delegeleri onaylamışlar bu kararı.
Sonuç; İnsanlar içinde büyük insan, akıllı insan, akılsız insan olduğu gibi şeytanlarında şeytani, şeytanlaşmamış şeytan taslakları varmış.
Sonunda; Şeytanlar kongresi sona ermiş kendilerini bir ağacın gölgesine atmışlar dinlenmeye koyulmuşlar. Çevrede olup bitenleri izlemeye başlamışlar;
“Köylü tarla sürüyor, karısı ineği sağıyor, ağaca bağlı buzağı da yatıp duruyormuş...
Ortada şeytanlık yapacak bir şey yok!
Ama şeytan bu durur mu, öneriyi getiren sessizce kalkmış, buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı biraz çekiştirince ipi çözmüş, o sırada annesi ineği koşmuş, inekle buzağı sarmaş dolaş olurken, ineğin ayağı, süt dolu güğüme çarpmış...Güğüm devrilmiş, süt dökülmüş...
Kadın sopayı kapmış, başlamış ineği dövmeye...
İneği karısının elinden kurtarmak isteyen adam, sopayı karısının başına indirmiş...
Ablalarının yerde cansız şekilde yattığını gören erkek kardeşler koşup gelmişler, eniştelerini delik deşik etmişler.
Kan davası başlamış.
Öneriyi getiren şeytan üzgün:
“Gördünüz mü başımıza gelenleri? Biz ne yaptık? Buzağının ipini biraz gevşettik, o kadar !”
Şeytanlar dertli dertli inlemişler:
“Yine bizden bilecekler!”
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home