Çarşamba, Ocak 30, 2013

SESSİZ DÜNYA

 

“Dünya insan için mi pek bilmiyorum?

Hayvanlar bitkilerde var bak diyorum.

En bencil insanoğlu tüm canlıların

Bencilliğe bir kanıt bu, insanca yorum.” L.Sami Akalın

 

         20 Mayısla başlayan hafta “Sessiz Dünya sakinleri Haftası” olarak kabul edilmiş. Bu haftanın ismini okuyunca başka başka düşüncelere yordum aklımı.

         Görüp konuşmamak, bilip söylememek, anlayıp yazamamak, yazıp anlaşılmamak, okuyup anlayamamak zordur. Kendi, kendini sessiz bir dünyaya atmaktır. Yarattığın karanlık dünyanın içinde kalmak nasıl bir şey olmalı?

         Dünyadasın ama, dünyalı değilsin. Bitki diyorlar, bitki değilsin. İnsan diyorlar, ama insan değilsin. Canlı bir insansın, sesin soluğun kesilmiş. Dut yemiş bülbül gibisin. Sen nesin kardeşim? Her türlü kepazeliğin içinde kendin için olan bu dünyayı kendine niye zindan edersin?

         Sessiz dünyanın insanı olmakla, insan olmak arasında fersah, fersah fark vardır. Sessiz dünyanın insanı doğarken engellenmiş bir duruma düşürülmüştür. Onun, kendine, kendisinin sağladığı bir dünya değildir. İnsana bu sesiz dünyayı hazırlayanların namertliğidir.

         Bakınız bir mezar taşından sesleniyor, sonsuza dek sessiz dünyaya gidenin, yüksek sesle seslenenlere sesleniyor toprağın derinliklerinden. Sizde kulak veriniz. Toprağın altında sessizce, bizi izleyenleri dinleyiz. Kemikleriniz sızlayacak mı?

         Canlarıyla, kanlarıyla, korkusuzca bu topraklara göz dikenlere meydan okurken işitiyorum onların seslerini. İnlemiyorlar. Ağlamıyorlar. El pençe, divan durmuyorlar mandacılara… işgalcilere… o, sessiz dünyanın yiğit, kahramanları.

         Tek bir sesle haykırıp çıkıyorlar meşeden. Köroğlu’nun arkadaşı AYVAZ gibi…

         Sesleniyorlar tarihin derinliklerinden.

         …”Ben Ezelden beri hür yaşadım hür yaşarım,

         Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım,

         Kükremiş sel gibiyiyim, bendimi çiğner aşarım…” Mehmet Akif Ersoy

         ***

         “Manda mı dediniz beyler!

         O bizim susurluk çayında çoktur…” Mandacılığı( başak ülkelerin himayesine) itiraz için toplanır, Balıkesir Alaca Mescitte 41 Altın altın adam; “Gün; Sa’y ( Savaş, Uğraş, emek…), İffet( namus), Sadakat( vatana bağlılık) zamanıdır.” İbrahim Ethem AKINCI ve arkadaşlarının peşlerine takılırlar Marmara, Ege bölgesi dağlarından meydan okurlar dünyaya…

         Kurtuluş Savaşı’nın bayrağını taşıyanların sesleridir bunlar. Ve bizlere sesleniyorlar. 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA- GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI” kutlamalarınızı sessice izliyoruz.

         19 MAYIS 1919; SAMSUN’DAN KURTULUŞ ATEŞİNİN YAKILDIĞI GÜNDÜR. SAMSUNDA YAKILAN KURTULUŞ MEŞALEŞİNİN ANDOLU’YU AYDINLATMASINA ŞAHİT OLDUK diyerek,  fısıldaşıyorlar kutsal

 yerlerinden.

         ATATÜRK bizi izliyor  ANKARA ANITTEPE’DEN. Bana her gün söz veriyorsunuz. Kendi sözünüze kendiniz inanmıyorsunuz ki beni putlaştırıp, kendi kirli işlerinize karıştırıyorsunuz diyerek sitem ettiğini duyuyor gibiyim.

         “Ben sporcunun zeki, atik ve akıllısını severim…” diyerek över Kurt Dereli Mehmet Pehlivanı. Gençlerimize spor yapmanın aklımızı geşiştirdiğini, bedenimizi iyi kullanmanın önemini belirterek Türkiye Cumhuriyeti’mizin geleceğini TÜRK GENÇLİĞİNE emanet eder.

         Ama, ancak ve LAKİN *İ DURAK İ*;

         SESSİZ DÜNYANIN İNSANLARINDAN BİR SES;

         “SİZDE BİZE DÖNECEKSİNİZ…”Mezar taşından.

SEVGİNİN YÜCELİĞİNDE

      SEVGİLİLER GÜNÜ

      Konu sevgi olunca, yazmak zorlaşır. İnsanın en kapalı yanı, sevgi dünyasıdır. Her insanın neyi sevip, sevmeyeceğini kestiremezsiniz. İnsanın, insana yaklaşımı, tedirginlikler içinde gerçekleşir. Asıl konumuz insani konulara açıklık getirmektir.

            Büyük ozan Orhan Şaik Gökyay’ın dizeleriyle konumuza giriş yapalım.

………………………

Gökyay ’ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.”

            “…Kuru bir ifade” olmayan “SEVGİ” kavramını kavramaya çalışalım.

 “Özel yaşamımızda Sevgi ölçüsünde bereketli başka bir duygu yoktur. Gerçek Sevgi, yayılan ışığa benzer. Güneş gibi, iyiyi ve kötüyü, haklıyı ve haksızı ayırt etmeksizin aydınlatır.”

İnsan sevgi ile yükselir ve ancak sevgi ile yaratır. Sevgi yaratıcı ve yapıcıdır. Sevginin dünyamızda yeşerip gelişebilmesi için üç aşamanın varlığı söz konusudur.

1.  Kendini Sevme: İnsan ilk yaratıcılığı, kendi üzerinde sergilemeli, kendi kişiliğini şekillendirmeli ve kendini tanımalıdır. Böylece insanoğlu, önce en birinci obje olan kendisine sevgi ile yaklaşmayı becerebilmelidir. Kendini seven, kendisine sevgiyle yaklaşan insan kendini daha iyi tanıyıp, eksikliklerini gidermeye, daha iyi olmaya çalışacaktır. Ayrıca kendine karşı acımasız olmayıp, hoş görülü ve bağışlayıcı da olacaktır.

2.  Başkalarını Sevme: Kendisi sevgi ile güçlenen insan, çevresindeki diğer insanlara bir şeyler verebilmek, onların yaradılışlarına katkıda bulunmak, onlara sevgi vermek ister. Böylece, Başkalarını Tanıma aşamasına gelinir. Çünkü başkalarını sevmek, onları tanımaya başlamakla ilk hızını alır. Tanımadan sevemeyiz, tanıdıkça severiz, tanımak için ise, ilgi göstermek, anlamaya çalışmak ilk koşuldur. Unutulmamalıdır ki, Sevgi, bilgi gibidir. Vermekle, paylaşılmakla tükenmez. Nasıl bilgi bizde varsa ve başkalarına öğretmekle yok olmayacaksa, sevgi de bizde olduğu sürece, başkalarına vermekle tükenmez.

BUNUNLA BİRLİKTE

Yaşamımızda vereni mağrur, alanı mahcup etmeyen tek olgu Sevgidir. Kendinden emin olmayan insan, sevgiyi kendisinde değil, karşısındakinden bekler.

3.  Paylaşılan Sevgiye Erişmek: Sevgiyle dolu, güçlü, yaratıcı ve yapıcı nitelikteki insanlar, başkalarına da aynı sevecenlikle ve vericilikle yaklaşıp ellerini uzattıkça, uzanan ellerin yolları kesişecek, insanlar sevgilerine karşılık beklemedikleri halde kendilerine de aynı duygularla bakan insanların varlığı ve çokluğu nedeniyle ihtiyaçları olan sevgiyi fazlasıyla alabileceklerdir.

Sevgi, Prof. Leo Buscaglia'ya göre, bir garanti olmadan kendimize yüklenimde bulunmak, karşı kişide bizim sevgimizle sevgisinin oluşacağı umuduyla kendimizi tümüyle vermek, bir şeyler beklememek, paylaşmaktır.

Sevgi bir ayna gibidir. Bir kişiyi sevdiğinizde o kişi sizin aynanız, siz de onun aynası olursunuz... Bu aynalar bir diğerinizin sevgisini yansıtırken sizler de sonsuzluğu görürsünüz.

Sevginin üç temel unsuru mevcuttur.

1.  Sevginin etken yapısında almaktan önce vermek vardır. Ancak kişi sahip olmadığı şeyi veremez.

2.  İkinci unsur ise İlgidir. Seven kişinin, sevdiğine duyduğu ilgi, ilginin varlığı, sevginin de varlığına delildir.

3.  Sorumluluk, Saygı ve Bilgi, beraberce sevginin diğer bir unsurudur.

Sevgi, yaptıklarıyla belli olur. Sevgi bir irade olayıdır, yani sevgide hem niyet vardır hem de eylem. Sevgi, dostluğun bağı ve toplumsal birliğin temelidir. Kötülükleri, çekişmeleri, çatışmaları, kini, kıskançlığı, bencilliği, umursamazlığı giderir. Ancak insan, yaratılışında sevgi doludur.

 Sevginin önemini ve değerini anlayamayan bir insan bunu kötüye kullanınca, bir diğeri sevgisini esirgemeye başlar. O halde koşulsuz sevgi her şeyin öz’üdür.

Gerçek, koşulsuz sevgi, duyarak, düşünerek, anlayarak verilen ve aynı şekilde alınan bir sevgidir. Sevginin hiçbir karşılığı beklenmez. Özden öze ve içten içe uzanan böylesine bir sevgi, güzellikleri oluşturur.

Koşulsuz sevgi, beyazın renklerle ilişkisidir. Çoğumuz, beyazı, renk yokluğu olarak algılarız. Beyaz, varolan tüm renklerin bileşimidir. Sevgi de öyle. Sevgi, duyguların (nefret, kızgınlık, şevhet, kıskançlık, şüphe) yokluğu değil, tüm duyguların bileşimidir.

Sevgi, bireysel ve toplumsal ilişkilerde dostluk ve kardeşliğin harcı (birleştirici katkı maddesi) olup, nasıl ki doğa, kendi yasalarıyla uyumlu bir mükemmellik düzeni içinde işlevini yürütürse, insan yaşamındaki mutluluk kaynağı ve göstergesinin şaşmaz düzen de insan sevgisidir

Sevgi, doğal bir duygudur. Sınırsız ve koşulsuz; açıkça ve utanmadan; normal ve doğal olarak sevginin ifade edildiği bir ortamda büyüyen her çocuk sevmenin ve sevilmenin hazzını yaşar.

Çarpıtılmış sevgi, kontrol ve manipülasyon aracına dönüşür, doğallığını yitirir.

Sevgi, bütün kapalı kilitleri ve kapıları açan bir anahtardır”

            Sevgiyi tanımadan sevmeye kalkanlara paylaşılması gerekenler. Sevgi mangal gibi yürek, sonsuz emek,fıtık olmayan omurga, demirci körüğü gibi akciğer, yağ üretmeyen karaciğer, demir gibi bilekler, kalas gibi bacaklarla insanı, insanlığı kucaklayan dev bir yapı ister.

            Sevginin her türlüsünü (insan sevgisi, vatan sevgisi, yar, çocuk, hayvan… sevgisi) tatmak isteyenlere duyurulur.

            Sevgililer gününü bu duygu ve içtenlikle tüm insanlara sağlık, esenlik huzur ve sevgi içinde kutlamanız dileklerimi kabul ediniz.

KAYNAKÇA

 1. LEO, Buscaglia : Sevgi 2. MAY, Rollo  : Kendini Arayan İnsan

3. WALSCH, Neale Donald  4. ZUKAN, Gary   : Mutlak Gücün Yolu

5. PECK, M.Scott    : Az Seçilen Yol 6. CARNEGIE, Dale  : Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak

7. Prof.DÖKMEN, Üstün  : Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak  8. GOULSTON, Mark-                      

    GOLDBERG, Philip  : Kendi Yolunuzdan Çekilin

bir duygu yoktur.

SON DAKKA

       İnsan yaşamında son dakikaların önemi yadsınamaz. Zaman dediğimiz önümüzden akıp gider zamanın hesabını tutamayız. Ben zamanın hesabını tutarım diyerek çevreye hava basanlar yanılırlar. Yanılgılarının kökenindeki güç, gelecek her şeye gebe bir kavramıdır.

         “Zaman paradır.” Kavramını kendine rehber edenlerde zamandan kar yerine zarar yazarlar. Cümlenin hassıyla, her şey para demek değildir. İnsan para ve sağlıklı yaşam arasında sıkışıp kalan bir varlık haline dönüşü veriyor. Daha açıkçası iki cami arasında kalmış papaza dönüyorsunuz.

         Aşıkların deyimiyle, “Parasız saadet olmaz.”, “iki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor.” Son dakika kararlarımız, yaşamımıza yön vermektedir. Son dakika kararlarımızın sağlıklı ortamlarda verilememesi, insanı oldubittilerle karşı karşıya bırakmaktadır. Geçmiş yaşam deneyimlerimizle zaman kullanımı konusunda bir yaşam disiplininiz eksikse, işiniz çok zor.

         Son dakika yaşam kararlarıyla ömürlerini kısaltanlara yardımcı olmak anlamlı olur. İnsanın, insanlara olan insani sorumluluğudur.  Davranış gözlemleri ve dosyalar üzerinden verilen kararlar insanlığın yararına mı, zararına mı?  Tartışılmadan verilen kararların ülkemiz insanlarının değer yargılarını alt üst ettiği bir gerçektir.

         SON TAHLİLDE; Siyasette, sporda, sağlıkta, yasalarda, eğitimdeki verilen kararlar, çıkarılan kanunlar, yönetmelik ve tüzükler, gelenekler, görenekler ve ananevi kurallar üzerine verildiğinde toplumsal benliğimizi yok etmektedir. “Türk’üm, doğruyum…” yeminlerine uymadığı görülmektedir.

         Şike, rüşvet, yolsuzluk ve hırsızlıklar karşısındaki hukuksal, ahlaki ve insani durumumuz tartışılır durumda. Bu yolsuzlukları ve kayırmacaları, hırsızlıkları yapanlar arasındaki çıkar kavgaları kapalı haberlerine tanık oluruz. Tv’lerden, basından edindiğimiz gözlemlerimiz ve insan davranış profilleri, kötü örnekler olarak ortamlardan, açık ortamlara taşınıp sonu cinayetlere varan son dakika hafızalarımıza kazınmaktadır.

         Son dakika kararlarıyla topluma huzur ve barış tohumları ekmek isteyen siyasi, yargı, eğitim, din kurumlarının görev ve sorumluluklarının tartışılır durumda olması Cumhuriyetimiz’ 100.yılına giderken Çağdaş Türkiye yaratılması imajına leke düşürmektedir.

          Yasama kurumu tarafından, son dakikada verilen kararlar, kişisel ve toplumsal yaralarımızın sarılmasında yararlı durumda olmalıdır. Vicdanları sızlatan kararların oy birliğiyle alınmış olmasının hiçbir anlam ve önemi yoktur. Son dakika gol atacağım diyerek bekleyenler sonunda kendi kalelerine gol atmış olurlar.

         Son veto kararı çıkar gruplarını bir birine düşürdüğüne bakıldığında sorun açık ve nettir. Herkes kendi eteğindeki taşı ortaya dökecek ve herkes önce kendine dürüst davranacak. Son dakika çıkarıyla kendini satmayacak.

        

 

 

“SULTANİYEGAH “

Sultaniyegah Türk müziğinde oldukça renkli bir tonu olan, hüznün yanında neşeyi de yansıtabilen güzel bir makam.

624 yıl süren Osmanlı Saltanatı”nın sultanları üç kıtaya hükmetmenin azameti ve görkemini taşıyamadılar. Saltanatlarını sürdürmek için kendilerine yükledikleri uluhiyetin hakkını veremediler. Tarih önündeki beceriksizliklerini manda olarak yaşamayı düşlemeleri, düşlerinin gerçekleşmemesi HÜZNÜYLE; TÜRK HALKININ  HAKLI SAVAŞIMINI karalama kampanyalarına bir örnek:

(Vahidettin'in mektubu Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi'nde86700/1788 numarada kayıtlı imiş.)
          "Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenablarına
              Siyasi olayların ve geli
şmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı, Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz.
               Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzakla
şmanın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm.

                 Şöyle ki;İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatı'ndan soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık
askerlerden ve öteki sınıflardan olu
şan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir.
         Bu ancak tüm
İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir
evrensel sorundur.

           İslam bilginlerinin bildiği üzere, şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkümdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında
sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca geli
şmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır.

             Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanım  bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir.
              Bu konuda yüce ki
şiliğiniz ve Cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur.

Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.
13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin"

          Vahidettin, San-Remo'da sürgünde bulunduğu günlerde ABD Başkanı'na bir
mektup yazmış.
         HULKİ CEVİZOĞLU aktarıyor;…”Bu mektup, Halis Reşat Bey tarafından Paris'te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiş. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924tarihliyazısıylaWashington'agöndermiş….”gönderinin ana sebebi; 624 yıl süren sultanların saltanatına;1 KASIM 1922’de son verilmesidir.HALK EGEMENLİĞİnin, sultanın içine sindirememiş olması uykularını kaçırmış olmasıdır.

           HALK İÇİN SÖYLENEBİLECEK EN GÜZEL ŞARKI

 “Saçının telleri göğsünde perişan yaraşır
Öyle sünbüllere bir böyle gülistan yaraşır
Taç olur ay'la güneş alnına her an yaraşır
Gönlümün tahtına bir sen gibi sultan yaraşır.” Faruk Nafiz Çamlıbel

        Bu günün sultanlarına hatırlatılır.

        Güzel olan, hüznün(işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun, bağımlılığın) yerine (neşeyi); ulusal barışı, kalkınmışlığı ve çağdaş uygarlığı aşmayı sağlayabilmektir.

        ASIL EGEMEN HALKIN, HAKKI BUDUR.

       

           

ŞAH MI? VEZİR Mİ?

         Göreceli kavram ve varlıklar konusunda kendimizi sınayalım. Büyük ve küçük kavramlarını ele aldım. Bu kavramların düşüncemize, görüşlerimize, davranışlarımıza ve diğer algılarımıza etkisini fark etmeye çalışalım. Eskilerin bir söylemiyle yazımıza, sözümüze açıklık getirelim.

            Her gördüğüne inanmayınız, her söylenene kanmayınız. Gören göz, duyan kulak yanılır. Tren yolundaki paralel rayların uzaklaştıkça,  tek çizgiye dönüştüğünü, Uzaktan davulun sesinin hoş geldiğini söylerler. Bu söylemlerde ki gerçeklik payını ancak olayı gözleyen, dinleyen, deneyen gerçek algıya ulaşır.

            Yaşamı boyunca eline ağırlık almamış bir insana; 1 kg demir mi?  Pamuk mu ağır diyerek sorsanız şaşırır. 1000mili metre mi? 10 desimetre mi? Hangisi daha uzundur diye sorarsanız? Basit örneklerden, onlarcasını yazarsınız.

            TARTIŞMA

“Şah ile vezir tartışmaya başlarlar.

            Şah, vezire; “en büyük ve güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin.” Demiş.

            Vezir, “hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun.” Diye itiraz etmiş.

            Tartışma uzayınca; Şah ile vezir bir çobanın yanına gitmişler. Konuya çabukluk girmek için çobana sormuşlar:

            “Senin koyunun mu büyük? İneğin mi?” Çoban şaşırmış. Şaşırmışta, karşısındakiler Şah ile vezir. “İneğim büyük diyerek yanıtlamış. Sorular devam etmiş;  “Keçin mi büyük? Öküzün mü?  Kedin mi büyük? Köpeğin mi?...”

            Ve asıl soruyu yöneltmişler çobana;

            “ Söyle bakalım Şah mı büyük? Vezir mi?”

            Çoban hiç düşünmeden yanıt vermiş:

            “ Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum.”

            Trafikteki hız sınırlamalarının bir anlamı vardır. Hızının arttıkça; görüş açınız daralır. 90km hızınızla yolu iki şerit halinde görebilirsiniz. Görüş açınız 130 dereceye yakındır. Hızınız 130-140-150 kilometre hızda; GÖRÜŞ AÇINIZ 1 (BİR) dereceye düşer. Yolu tek şerit ve akan trafiği fark edemezsiniz.

            12 Haziran Seçimlerine sayılı günler kala; siyasilerin hızlarına sizin yetişmeniz mümkün değil. Az zamanda çok vatandaşa ulaşmak, her siyasetçinin birinci görevi.

            Mevlana’nın can dostu ŞEMS-İ TEBRİZİ KONUYU ÖZETLER;

            “Bazen uzaklaşmak gerekir, yakınlaşmak için…

            Bazen hatırlamak gerekir, hatırlanmak için…

            Bazen ağlamak gerekir, açılmak için…

            Bazen anmak gerekir, anılmak için…

            Bazen de sunmak gerekir, DUYMAK için…”

            BEN EKLİYORUM;

            Bazen bakmak gerekir görmek için…

            Bazen görmek fark etmek için…

            Bazen susmak gerek dinlemek için…

            Bazen dinlemek gerekir anlamak için…

            Bazen anlamak gerekir anlaşılmak için, yaşamak için…

            Bazen yazmak gerekir, yaşananları paylaşmak için…

            Derviş, hırkasının umurunda değil. Yollar düşmüş bir lokma için. Bir lokmayı kendine zul görenleri görmesi mümkün değil, uzağı görecek gözlerinin feri, yol alacak dizlerinin bağı kalmamış…

            “Alemin keyfi yerinde…” Gençler hayalleri için sokaklarda. Kurt postunu deldirmemek için, yüksek dağlarda, sık ormanlarda kendini saklar. Su samurları kürkünü kaptırmamak için, suların derinliklerinde. Demokrasi adı dillerde. İnsanlar korkak, ürkek, çekingen, duymazlık ve aymazlık ayaklar altıdayken; ayaklar baş, başlar ayak olmuş gönüllerde.

Gözlere inmiş perde, kulaklarda tıkaç. Statlar da maç. Ekranlar oy pazarı, oyun pazarı.      

           

           

 

Şeytanın günahı ne?

“Ya şeytan olmasaydı? Diyeceksiniz ki şeytan var mı?
Hiç olmaz mı, eğer şeytan olmasaydı, başımıza her geleni kimden bilecektik?
Bütün enayiliklerimizin, dangalaklıklarımızın, ipe sapa gelmez işlerimizin suçlusu şeytan değil mi?
Her haltı yiyeceğiz, her taşın altına girip gerekli gereksiz çıkacağız,
sonra da her şeyi şeytandan bileceğiz.* * *
“Şeytanın gözü kör olsun?
Acaba şeytanın mı gözü kör olsun, yoksa onu görmeyenlerin mi?
Başımıza gelen her şeyin sorumlusu şeytandır!!!* * *
Hele siyasetçiler...
Şeytanın külahını ters giydiren siyasetçiler, başlarına
bir halt geldi mi, dövünüp dururlar:
“Şeytanın gözü çıksın, gözü kör olsun!”
Eee, bunun da bir haddi, bir sınırı olmalı, şeytanın da sabrı taşabilir.
Bu
kadar haksız yere suçlanmak, onların da canına tak eder.* * *
O yıl
dünya şeytanlarının kongresi varmış...
Yedi
iklim dört cihandan tüm şeytanlar toplanmışlar.
Nerede mi?
Toplantının yerini söylesek herkes itiraz edecek:
“Hayır, bizim topraklarda şeytana yer yoktur!”
Onlar istedikleri kadar şeytanı inkâr etsinler.
Şeytanlar nerede toplanacaklarını bilirler.* * *
Neyse kongre toplanmış, en yaşlı şeytan kürsüye gelmiş:
“Size bir önerim var!”
Önce insanlarla ilişkilerine değinmiş, bunlardan örnekler vermiş:
“Başlarına gelen her şeyi bizden bilirler, Havva ile Adem’i cennetten bizim kovdurduğumuzu sanırlar. Oysa, ben o gün, oradaydım meyveyi koparıp birlikte yediler, kovulunca da suçu bize yıktılar... Hep böyle yapıyorlar, başlarına ne gelse bize yıkıyorlar.”* * *
Arkalardan “Söyle söyle, lafı uzatma!” diye bağıran genç şeytan sustuktan sonra, ihtiyar şeytan teklifini açıklamış:
“Bugün bir kenara çekilelim, insanların işine hiç karışmayalım!”* * *
Öneri oybirliğiyle kabul edilmiş, hepsi toplanıp bir ağacın gölgesine sığınmışlar. Köylü tarla sürüyor, karısı ineği sağıyor, ağaca bağlı buzağı da yatıp duruyormuş...
Ortada şeytanlık yapacak bir şey yok!* * *
Ama şeytan bu durur mu, öneriyi getiren sessizce kalkmış, buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı biraz çekiştirince ipi çözmüş, o sırada annesi ineği koşmuş, inekle buzağı sarmaş dolaş olurken, ineğin ayağı, süt dolu güğüme çarpmış...
Güğüm devrilmiş, süt dökülmüş...
Kadın sopayı kapmış, başlamış ineği dövmeye...
İneği karısının elinden kurtarmak isteyen adam, sopayı karısının başına indirmiş...
Ablalarının yerde cansız şekilde yattığını gören erkek kardeşler koşup gelmişler, eniştelerini delik deşik etmişler.
Kan davası başlamış.* * *
Öneriyi getiren şeytan üzgün:
“Gördünüz mü başımıza gelenleri? Biz ne yaptık? Buzağının ipini biraz gevşettik, o kadar !”
Şeytanlar dertli dertli inlemişler:
Yine bizden bilecekler!”
Zavallı siyasetçiler..” . BU YAZI ALINTIDIR. KAYNAĞINI ANIMSAYAMADIM. KAYIT ETMEMİŞİM. Paylaşmanın anlamlı olacağını düşündüm.  Güncel olması bende iz bıraktı.

 

        

 

        

 

 

 

 

 

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home