GİZEMİN, GİZEMİ
İnsanı, insan yapan özelliklerini tanımaya çalışalım. Canlılar aleminin en üstünü olarak tanımlanan varlıklarız. Diğer benzerlerimizden ayrılığımızı ortaya çıkaran özelliklerimizi hiç düşündünüz mü? Bunları düşünmeye zamanınız oldu mu? Yaşamınızın bir kesitinde böyle bir takıntınız olması kadar olağan bir olay yoktur. Her insanın aklından geçen, sonsuz düşünce zaman içinden akıp geçer.
"Yürekten mi Severiz Yoksa Beyinden mi?" Diyor; Prof. Dr. Cengiz KUDAY. Konu ilginizi çeker mi bilinmez. Sorgulamanın hep birlikte; bilimsel ölçütler içinde gerçekleştirilmesi anlamlı olur. Bu sorgulamadaki ana konu sevginin kaynağıdır. İnsanı insan yapan en büyük özelliklerini betimlersek; sevgisi, korkusu, becerileri, duyguları, rüyaları, kendi geleceğini kendi belirleyebilmesi diyerek çoğaltılıp sunulabilir.
Anatomik olarak baktığımızda; Beyin neresi?, kalp neresi? Kalbimiz, kanımızın vücudumuzda devir daimini sağlayan santrfuj görevi yapan bir iç organımız. Beyin; kafatasımızın içinde yağ deposu. İkisi arasında hiçbir ilişki olamaz diye biliriz. İlk çağlardan günümüze insanlığın araştırma konusu ola gelmiş bu soruya yanıt aranmış. Bulunmuş mu bilemiyoruz. Günlük konuşmalarımızda,karşılıklı güvenin oluşturulması anlamında;" Seni taaaa…. Yürekten(kalpten) seviyorum" diyerek sevgimize inandırıcılık katmanın telaşı içine kendimizi buluruz.
Aslında ne söylemek istiyoruz? " Antik çağlardan günümüze filozoflar insan zihninin doğasına ve bellek ile olan yakın ilişkisine ilgi duymuşlardır. Aristo' ya göre kalbimiz bütün duyularımızın ve duygularımızın merkezidir. Ve bu inanç günümüze kadar süren öylesine derin bir etkiye sahiptir ki kalben teşekkür etmek ya da kalben inanmak gibi deyimler bu inanışın uzantılarıdır. Oysa Hipokrat, Aristo'dan çok önce kalbin düşünebilen bir organ olmadığını, mutluluk ve bunun ifadesinin de, üzüntülerimiz ve gözyaşlarımızın da yalnızca beynimizden kaynaklandığını, beynimiz yolu ile düşündüğümüzü, gördüğümüzü, işittiğimizi, güzeli-çirkini, iyiyi-kötüyü ayırt edebildiğimizi söylemiştir. Yüzyıllar sonra bu kez Decartes , düşünmeyi vücuttan ayrı etkinlik olarak tasavvur etmiş, zihni beyinden ve vücuttan ayıran dualist kavramını geliştirmiştir. "
Davranışlarımızın kökeninde; duygularımız, düşüncelerimiz, inançlarımız, yaşam deneyimlerimiz ve aklımızın hükmettikleri yatar. Sevgimizin mayalanmasında; karşı varlıklardan aldığımız olumlu ve olumsuz etkilenimler iç yansımalarımızı doğrudan etkilediği bir gerçektir.
Sürekli ekşiyle, tatlıyla, acıyla, sütle, balla, börekle, hoppa şina, şına nayla beslenen beyinlerden nasıl yansımalar alınır, düşüne biliyor musunuz?
"Savaşma seviş." Ben mi yarattım bu abuk subuk ortamı", "Batsın bu dünya"," kendim ettim kendim buldum. Eyvah eyvah!..." Adaletin bu mu dünya"….diyen kendini kaderciliğe terk etmiş, kendini sevemeyen, kalbinden bu yöne kan pompalayamayan, aciz, silik, kavruk nesiller yetiştirilmesini isteyen küresel aktörler( dünya para babaları) maçlarına her yerde ulaşıyorlar. Sosyal yardımlar altında, düşüncelerini, geri kalmış ülkelere ihraç etmeyi çok güzel başardılar. Bizde bal gibi yuttuk, Allah razı olsun diyerek şükür ettik.
Yaşamak için yalnız başına şükür yeter mi? Yalnız başına sevgi yeter mi?
Dünya kurulduğundan bu güne sonsuz beyinler yaşamıştır. Kimileri sonsuz gücü arayarak, kimileri sonsuz gücüne inanarak, kimileri sonsuz sevgisine inanarak yaşadılar.
Ancak; İnsanlığın genel özlemi, insanlık sevgisinin yeşerdiği, barış, dostluk, kardeşlik sağlanabildi mi? Kim kalbi? Kim beyni? Bilemiyoruz. İşimiz çok zor.
herşey10
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home